23 Şubat 2012 Perşembe

AZ SEV BENİ

Bir eski mevsim solarken penceremde bulutlar huzursuz kıpırdanırken duvardaki saat beynime çakıyorken tik taklarını ve rahatsız musluk damlıyorken içeride kendi kendine kendi kendime küsüm. Sana küsüm... Beni çok sevme...
Ölüyorsam benden önce ölmeyi isteyecek kadar çok sevme beni.
Ben öldükten sonra içinde hep beni yaşatarak yaşayacak kadar az sev beni. Beni çok sevme...
Sessizliğimde boğulacak kadar çok sevme beni.
Sesim her defasında dudaklarında bir tebessüm çınlatacak kadar az sev beni.
Çok düşünecek kadar çok sevme hep beni düşünecek kadar az sev beni.
Her düşündüğünü anlatacak kadar çok sevme beni her şeyi söyleyebilecek kadar az sev beni.
Yokluğun varlığın kadar (çok) anlamlı, çok sevme beni.
Uyuduğunda yanında olamayışımı dert edecek kadar çok sevme benibaşın omzumda kokum burnunda bir beş dakika sana yetecek kadar az sev beni.
Kendini yarasız kanatabilecek kadar çok sevme beni.
Bilip bilmeden açtığım her yarayı kapayacak kadar az sev beni. Çok sevme beni...
Bir gün yirmi dört saat seni bir kaç saat arayıp sormadığımda kendini anlamsız hissedecek kadar çok sevme beni.
Hep sabredecek beni hep anlamaya çalışacak kadar az sev beni.
Her şeyin yapacak kadar çok sevme benibeni kendine karıştıracak kadar az sev... Beni çok sevme
Yüreğin yanımda küt küt çarpacak kadar çok sevme beni.
Yüreğin yanımda ürkek bir serçenin yüreği gibi titreyecek kadar az sev beni...
Beni az sev ama uzun sev! Üzgünüm… Beni çok sevme sana yüklediğim anlamları senmişsin gibi düşünme sen o anlamlarla sadece bende varsın. Ben seviyorsam sen bahanesin.
Seni seviyorum !

Can Dündar

3 Şubat 2012 Cuma

HAMMADDEM

Duygularımı aldın benden, mimiklerimi, içten gülüşlerimi..
Yapaylaştırdın beni, hayata eğreti bıraktın.
Ümitlerimi aldın, fikirlerimi, parlak geleceğimi..

Yalnızlık yoksuluydum sen varken,
Yapmam gereken zor işler bıraktın giderken,
Kendimi tanıtmak yeni birine, yeniden tanımak onunla kendimi..

Aklımı başımdan almıştın, şimdi akıl noksanı oldum sayende.
Senin öğrettiğin ve şimdi eksikliğini duyduğum heyecanı
Hayatımda başka hiçbir şey dolduramadı, başaramadım.

Hammaddem senmişsin kimyam bozuldu.

DEĞİL

Biraz değiştim,Her şey kadar, herkes kadar, sen kadar…
Değiştim,
Unutamadığım sözlerinin arasında sıkışıyorum,
Bir yanım kendimi kolluyor bir yanım seni
Ben benimle savaşıyorum,
Seninle değil!
Sonucu kılıcı kuşananından belli olan bir savaşın
Ne kazanabileni ne de kaybedeniyim,
Sorun değil!

Elbet alışırım,
Biraz alıştım,
Her şey kadar, herkes kadar, sen kadar,
Alıştım,
Varlığını istemediğim tüm eksik yanlarıma,
Ve çokluğunu da yokluğunu da istemediğim bu iki arada bir derede duyguya alışıyorum,
Bir yanım bırak diyor bir yanım –ma,
Kesin değil!

Henüz tanıştım,
Her şey kadar, herkes kadar, sen kadar,
Tanıdığımı sandığım bana daha da yakınım artık,
Duvarlara anlatırken öğrendiklerim kendi hakkımda,
Ve aynalara ağlarken gördüklerim kendi tarafımda…
Bir yanım memnun oldum diyor, bir yanım tanıyamadım daha,
Samimi değil!

Bir hayli kırıldım,
Her şey kadar, herkes kadar, sen kadar,
Canıma batan her halin felç gibi indi bedenime,
Gözlerimden tut da ciğerime kadar kırgınım!
Aslında ne sana, ne olanlara…
Kendime kırgınım…
Maziye hiç değil, an’a kırgınım.
Anlatamadığım, anlayamadığım masalların bana yaptıklarına,
Dinlediğim şarkılarda bana seni anlatan şarkıcılara,
Beni anlamadığın kelimelerin bana her şeyi anlatıyor gibi geliyor oluşlarına…
Bir hayli kırgınım…
Beni ben kırdım oysa,
İyi değil!

Galiba yoruldum,
Her şey kadar, herkes kadar, sen kadar,
Kendime kalbimi kanıtlamaktan,
Ve kanıtladığıma kendimi inandırmaktan,
Ve dahası kocaman bir sahada tek başına koşmaktan yoruldu


Can Yücel

30 Ocak 2012 Pazartesi

PATASANA

Benim toprağım kıraç yerden alınmıştır, her bitki büyümez üzerimde, suyum eskimiş şarap gibi tatsızdır, soluğum yalçın kayaları parçalayan rüzgarlar gibi delidir. Umuttan çok kuşku vardır yüreğimde, hoşgörüden çok öfke vardır, nedensiz düşmanlık gütmesem de, olur olmaz şeye sevgi beslemem ben. Haktan yanayımdır ve de hakikatten. Bu yüzden sevginin hak edenin hakkı olduğuna inanırım. Hak etmeyene sunulmayacak kadar değerlidir sevgi.

AHMET ÜMİT

29 Ocak 2012 Pazar

YİNE YİNEDEN

Saçımı kızıla boyatıp uzatsam yine bana aşık olur muydun?
Döner miydi eski günler yeniden bu on beş kilo olmasa bende,
Belki de bu gözlükler fazla, bilemiyorum sen söyle.
Kalbine dolar mıydı sevgim ya da gelir miydi duvarıma resmin
Hani o mutlu yıllardaki gibi ağzımız kulaklarımıza varır mıydı sevgiden?
Benimle yeni şeyler yapma isteğini ne getirebilir yerine?
Yapacağımız her şey bitmedi ki bence.
Heyecanla beklediğimiz o film vizyona girdi bir ay on gün önce.


Yanımda hayatım olmadan yaşadığım hayat, kökü olmadan yaşamasını beklediğimiz çiçeğe benzemez mi?
Yükseklik korkusunu yenememe  ihtimali olmayan kuş gibi sensizliğe alışma fikri benim için.

 NÇ

14 Aralık 2011 Çarşamba

ÇUKUR

Bilerek mi yanına almadın giderken
başının yastıkta
bıraktığı çukuru

Güveniyordum
oysa ben sevgimize
vapur iskelesi
ya da tren istasyonundaki
saatin doğruluğu kadar

Beni senin gibi
bir de annem terketmişti
ki göbeğimde durur
onun yokluğundan
bana kalan çukuru

SUNAY AKIN

3 Mayıs 2011 Salı

HİÇ

Hiç bir insanı unutmak, bir insandan vazgeçmek,
bir insanı hayatından sonsuza kadar çıkartmak zorunda kaldın mı hiç?
Hani ölmüş gibi, hani uzatsan da elini tutamayacağını bilmek gibi,
her an kapından içeri gülümseyerek gireceğini bekleyip
ama aslında hiç gelemeyeceğini de bilmen gibi.
Ne zor şey değil mi ölmediğini bilmek,
ama ölmüş gibi ulaşılmaz olması artık o insanın sana,
ne kadar katlanılmaz bir gerçek değil mi
sen hala bu kadar sevgili iken?
Özlemek, bu kadar özlemek, etini kemiğini yakarcasına özlemek…
çok kötü değil mi?
Bu kadar özleyip onu görememek, ona dokunamamak, onu işitememek,
artik sonunun “di” hali değil mi? Biliyorsun değil mi?
Ne kadar umutsuz bir arayıştır o,
kalabalık caddede geçen binlerce yüze bakmak
belki bir kez daha görebilmek için o yüzü,
belki biraz önce geçti bu kaldırımdan diye düşünmek,
belki şu an arkamda yürüyen insanların içinde bir yerde demek,
belki şu an üzerimdedir gözleri diye paranoyalar yaşamak,
ne zordur değil mi?
Ne kadar eritir insanı farketmeden.
Sen de biliyorsun değil mi bunları?
Bir sinema koltuğunda sen de iki kişi gibi oturdun mu hiç?
Hiç iki kişi gibi zevk aldın mı bir konserden yalnız başına?
Güzel bir kafe keşfettiğinde, güzel bir film seyrettiğinde, güzel bir şarkı dinlediğinde,
güzellikleri oranında eksik kaldıklarını hissettin mi paylaşamadığın için onunla.
Bir barın kalabalığında hiç yarım vücudunla sallandın mı ortada?
Hiç iki kişilik beyninle yarım insan olabildin mi?
Baktığında aynana sadece yüzünün bir yarısını gördüğün oldu mu hiç?
Sana hayatındaki en büyük yoksunluğu yaşatandan
nefret edemediğin zamanlar oldu mu hiç?
Gözünün içine baka baka kolunu, bacağını kesen bir insanın yüzüne
sevgi dolu bir gülümseme ile bakabildiğin zamanlar oldu mu hiç?
Hayatta inandığın bütün değerlerini altüst eden birisine aşk şiirleri yazabildin mi?
Onu içinde korumanın seni yok etmek olduğu zamanlara feda oldun mu hiç?
İçinde ağlayan çocuğa umut şarkıları söyleyemediğin,
özlemini, susuzluğunu, açlığını gideremediğin zamanlar oldu mu hiç?
Kanayan yarasını gördüğün ama merhem olamadığın zamanlar.
Gücünün, hani o tanrısal gücünün,
bir çocuğun ağlamasını susturamayacak kadar olduğunu
gördüğün zamanlar oldu mu hiç?
Hiiç…

CAN YÜCEL

4 Ağustos 2010 Çarşamba

İÇİMİZDE BİR YER

En çok yalanı en yakınlarımıza söylüyoruz. Önce kendimize, sonra en sevdiğimize. İhanetin zamanını biliyorum. Sizi vuran hançeri, size en yakın olan tutacak, size en yakın olan ona en çok sokulduğunuzda vuracak. Ve, siz içinizdeki hançeri çıkarıp vurmak için onun size pişmanlıkla sokulduğu zamanı bekleyeceksiniz. İhanet hançerini sokmak için, onun en yakını olmak gerektiğini sezeceksiniz.
Zehrin panzerini de zehirden yaptıkları gibi acının panzehirini de acıdan mı yapıyorlar? Canımızı acıtanın canını acıtmak geçiriyor mu acımızı? Yaralandıkça yaralıyoruz. Yaraladıkça yaralanıyoruz. Bu kadar basit mi gerçekten yaşadıklarımız? Böylesine ufuksuz bir gerçeği gördüğümüzde bütün gerçeği görmüş mü oluyoruz? Ve, biz bu kadar sığ mıyız? Peki, ya kendimize ve sevdiklerimize anlattığımız o oymalı masallar, içimizi serinleten o ‘ben farklıyım’ inancı. Şöyle mi demeliyiz: ‘Ben farklı değilim ve kimse farklı değil.’ Acaba onun için mi filmleri ve romanları seviyoruz, bize farklı olanları anlattıkları ve bize farklı birilerinin de olabileceğine inandırdıkları için mi? Yeryüzünde dürüst birilerinin de olabileceğine inanıp onu mu aramalıyız, yoksa acının başladığı her yerde dürüstlüğün bittiğini kabul edip dürüstlüğü istemekten vaz mı geçmeliyiz? Herkes yalan söylüyorsa en dürüstümüz ‘ben yalancıyım’ diyenler mi? Dürüst olduğunu söyleyenlerden mi korkmalıyız, yoksa yalancı olduğunu söyleyenlerden mi? Kendimizi kimden sakınmalıyız? Ve, kendimizi sakınmalı mıyız? Neden dürüst birine, güvenebileceğimiz birine bu kadar ihtiyacımız var, kendimize ve dürüstlüğümüze güvenemediğimiz için mi? Bizi, dürüstlüğün gerçekten var olduğuna inandırması, bizi de dürüstlüğün güvenilir sularına çekmesi için mi insanlara dürüst olmaları için yalvarıyoruz? Niye kendimizde olmayanı başkasından istiyoruz?

AHMET ALTAN

30 Temmuz 2010 Cuma

İÇİMİZDE BİR YER

Doğa için deprem neyse aşk da bizim için o mu acaba? Aşk denilen o şiddetli duygu ortaya çıktığında, yarattığı muhteşem arzuyla bütün dünyamızı sarsarak, bu arzuya uymayan, karşı çıkan her şeyi yıkıyor mu? Tek kişiden oluşan doğamızı iki kişilik yeni bir yapıya çevirmeye çalışırken, varlığımızı bir başka insanın ruhuyla ve bedeniyle çoğaltmak isterken başlayan büyük sarsıntı, bir kere başladıktan sonra artık, bütün engelleri ortadan kaldırmadan duymuyor mu? Eğer istediğiniz şaheser uyumu, o olağanüstü mutluluğu ve birlikteliği yaratmaya engel olanın sevdiğimiz insan olduğuna, sevdiğimizin bizi mutlu etmeye, bizimle tek bir arzu içinde erimeye razı gelmediğine inandığımızda, onu yıkıp parçalayarak arzularımıza uygun bir hale mi getirmek istiyoruz? Onu yıkamadığımızda, yıkılacak tek engel olarak kendimizi mi görüyoruz? Yıkmak için kendimize mi saldırıyoruz o zaman? Aşk, içinde zümrüdüanka kuşlarının, tuba ağaçlarının, define adalarının, baldıran zehirlerinin, baharat gemilerinin, parlak renkli mücevherlerin, sarhoş edici meyvelerin, öfkeli volkanların, altın renkli köpüklerinde tanrıların yıkandığı denizlerin bulunduğu esrarlı, bilinmezliklerle dolu, çekici ve ürkütücü bir alem. Orada olduğunu biliyoruz ama ne olduğunu bilmiyoruz. İstediğimiz ve istemediğimiz her şey var orada. Sanırım, aşkla ilgili kesin olarak söyleyebileceğimiz tek gerçek, bu sihirli alana girdikten sonra büyük bir sarsıntıdan geçeceğimiz. Bu sarsıntıdan sonra bizim için yeni bir dünya oluşacağı. Kaçınılmaz olarak bu sarsıntıda bir şeyler yıkılacak, bir kişilik bir dünyadan iki kişilik bir dünyaya geçerken, bu yeni dünyaya uyamayacak birçok alışkanlıklarımızı, bencilliklerimizi, isteklerimizi yok edecek. Böyle büyük bir altüst oluşu yaşarken yok etmediysek ve yok olmadıysak eğer, elimizde kalanlarla yepyeni, varlığından haberdar bile olmadığımız, heyecanlı olduğu kadar sakin, tedirgin ettiği kadar güven veren, korkuttuğu kadar yatıştıran mutlu bir alem yaratabileceğiz. O aleme geçenler, geçmeyenlerin bilemeyeceği duygular yaşayacak.
Aşık olduğunuzda, o büyük duygusal deprem ruhumuzu antik Yunan kentleri gibi sallamaya başlayıp sütunlarımızı, kubbelerimizi, kemerlerimizi yıkarak, o yıkıntılardan sevdiğimizi de içine alacak yeni bir kent yaratmak için geldiğinde, mutlu bir var oluşla kederli bir yıkılış aynı anda dikilir önümüze. Gücümüzü sınar. Bir aşkı taşıyacak güce ve sağlamlığa ulaşamadıysak, deprem, vaktinden önce geldiyse bizi ya da sevdiğimizi yok eder. Dağların devrildiği, ovaların yer değiştirdiği, denizlerin kabardığı bu sarsılıştan geçebildiysek eğer, birken iki olabildiysek, bir başkası ruhumuza katıldıysa ve biz bir başkasının ruhuna katılabildiysek, o zaman, sevdiğimiz için acı çekebilmek uğruna mutluluğumuzdan bile vazgeçebiliriz.
Aşkta gerçeküstü bir şeyler var. Gerçeği yok edip yeni bir gerçek yaratan şeyler. Masala benzeyen kendi gerçeğinden başka bir gerçeğe tahammül etmez aşk. O deprem başladığında gerçeklere sarılanlar, sarıldıkları gerçeklerle birlikte yok oluşa kayar, gerçekten kopmayı göze alanlar 'eldoroda'ya altın kente ulaşır. Aşk geldiğinde, ellerinizi açıp avuçlarınızdaki sıkı sıkıya tuttuğunuz gerçeklerin akıp gitmesine izin verin. O, size daha iyisini verecektir.

AHMET ALTAN

28 Nisan 2010 Çarşamba

ERKEK DEDİĞİN

Seni elinin tersiyle değil avucunun içiyle kavrayacak. Bileceksin ki emin ellerdeyim, başkası tutamaz elimi böyle.

Rahat olacaksın yanında, çok konuşmayacak, beynini didiklemeyecek.

İnce olacak; seni senin kadar düşünecek. Sen onu merak ettiğinde kendisine hesap soruluyor havalarına girmeyecek. Senin inceliğine karşı umursamaz sözler sarf etmeyecek.

Adamın sinirini bozmayacak, cinlerini tepesine çıkarmayacak, sanki sen onun için varmışsın her ne zaman istese emrine amadeymişsin, o ne yaparsa yapsın her istediğinde yanında elinin altında olacakmışsın triplerine girmeyecek.

Sen ona sevgini hissettirdiğinde, sen ona kayıtsız şartsız aşıkmışsın gibi havalara girmeyecek.

Erkek dediğin ilgi gördüğünde ilgiyle, sevgi gördüğünde sevgiyle karşılık verecek.

Erkek dediğin, sen onun için kendine baktığında, sırf ona daha güzel görünmek için giyinip kuşandığında hiçbir şey olmamış gibi davranmayacak.

Ruhunu okşamasını bilecek. Romantik olacak kimi gün habersizce kucağında çiçeklerle çıkıp gelecek. Özel günleri unutmayı marifet sanmayacak.

Kayıtsız olmayacak senin bütün zarafetine karşı. Gerçekten seven bir kadın sevgi ve ilgi bekler, erkeğine verdiği aşkın karşılığında küçük bir tatlı söz, kısa bir mesaj, bir çağrı bile onu mutlu edebilir. Erkek dediğin bütün bunları cebinden para harcıyormuş gibi cimrilikle yapmayacak.

Ben aranmayı, çok aramayı sevmem demeyecek. Her şey kendi istediği gibi olsun istemeyecek. Sadece kendi canının istemesine bağlamayacak her şeyi.

Erkek dediğinin, hissettiğiyle yaptığı şey arasında uçurum olmayacak. Cesur olacak cesur. Seni seviyorum derken korkmayacak, başka şeylerin arkasına gizlenmeyecek.

Seviyorum deyip bir sonraki perdede kaçmayacak, özlüyorum diyorsa gelecek, kaybetmek istemiyorum diyorsa kaybetmeyecek.

Erkek dediğin askına sahip çıkacak. Korkak olmaz erkek dediğin. Erkek dediğin iyi sevişecek. Koyun gibi yatmayacak, bir an önce şu iş bitse demeyecek.

Aşksız yatmayacak yatağa ve sen bunu bileceksin. Bir baba şefkatiyle seni alnından öptüğünde bileceksin ki sevgisi geçici ve zayıf değildir.Ve sevgiyle öptüğünde dudaklarından bileceksin ki öpüşün tek sebebi şehvet değildir.

Erkek dediğin yakışıklı olacak, çekici olacak ama bundan çok daha öte bir şey...
Zeki olacak.

Kadının küçük yalanlara, bahanelere inanmayacağını, kendisini kendi gibi tanıdığını bilecek. Kadının zekasını küçümsemeyecek kadar zeki olacak. Zeki olacak, seni bir hamur gibi karmasını bilecek, o hamura kendisi
katmasını da.

Değerlerini bir anlık hevesler uğruna satmayacak.
Namussuzluğunu, ahlaksızlığını ancak ve ancak seninle yataktayken kullanacak.

Erkek dediğin önce sevecek.
Kendini sevmeyen erkekten kimseye hayır gelmez. Bir bakarsın ki yıllar sonra bu adamla ne yatağa sığıyorsun, ne toprağa... Koluna girip gezmesini bileceksin gururla, koynuna alıp sevişmesini de. Babalığını da bilecek, ana-babaya hürmet etmeyi, kadir kıymet bilmeyi, vefakarlığı, fedakarlığı...

Erkek dediğin seni koruyacak,kuşatacak.

O nerede olursa olsun seni koruyacağını bileceksin.
Pısırık olmayacak erkek dediğin. Erkek dediğin erkek olacak.
Seni sadece sen olduğun için sevecek. Parayla pulla, kariyerle, güçle, kimin ne dediğiyle hareket etmeyecek.

Hem sevgilin, hem arkadaşın, hem dostun, hem baban, hem çocuğun olacak, huzurla bağrına basacaksın.

CAN YÜCEL

18 Aralık 2009 Cuma

PATASANA

Sevgili oğlum Patasana, artık vaktim doldu. Tanrıların beni yakında çağıracaklarını hissediyorum. Zaten ben de bu kentten, bu insanlardan bıktım. Sen de yetişkin biri olduğuna göre yapacak işlerim de kalmadı. Burada ölmek istemiyorum.Ölüm törenimde beni sevmeyen bir sürü sahtekarın, yalancı gözyaşlarıyla arkamdan ağlamasını, övücü sözler söylemesini istemiyorum. Bir sürü alçağın içten olmayan üzüntüleriyle ölümümü kirletmelerine gönlüm razı olmuyor.

AHMET ÜMİT

PATASANA

Babam Araras ne kadar soğuk, katı bir adamsa büyükbabam Mitannuva da bir o kadar cana yakın, sıcak ve neşeli bir insandı. Böyle zıt yaradılışta iki kişinin baba oğul olduklarını düşünmek bile tuhaf geliyor insana. Bana gelince, ben hem büyükbabama hem de babama benzerim. Duygularım büyükbabama çekmiştir, aklım babama. Bunun ne kadar korkunç bir şey olduğunu bilir misin? Yüreğimin yap dediğini, aklım yapma der. Aklımın soylu bulduğu, yüreğimce dalkavukluktur; yüreğimin doğru bulduysa aklımca suç. Bir yarım bahar rüzgarı gibi uçarı, tez canlıdır, öteki yarım kış soğuğu gibi katı, ağır kanlıdır. Bir yarım içimden gelen seslere kulak verir, öteki yanım öğrendiklerime, bildiklerime.
Ben yıllarca bedenimde aynı yöne bakıp farklı şeyler gören iki insanı taşıdım, iki insanın isteklerini aynı anda yerine getirmeye çalıştım. İşin kötüsü ne tümüyle biri, ne de öteki olabildim. İkisi arasında bocalayıp durdum. Elimden gelse babamdan hemen kurtulur, tümüyle büyükbabam gibi olurdum. Ama bunu yapamadım. Ne çare ki tanrılar, bu iki insanı aynı anda taşıyacaksın demişlerdi bana. İstesem de buna karşı duramazdım. Bu yüzden onları barıştırmaya çalıştım. Bazen başardığımı da sandım ama sonuçta hep yanıldığımı anladım.
Büyükbabam Fırat'a baktığında içimizdeki sevincin sırrını görürdü, babamsa Fırat'ta bizi düşmanlarımızdan daha üstün kılan gücü; zeytini, nohudu, buğdayı, kayısı ve üzümü görürdü. Büyükbabama "Fırat nedir?" diye sorduğunuzda, "Gündüzleri sevgilinin gözlerinde yansıyan ışıktır." derdi, "geceleriyse sevgilini çözülmüş siyah saçları." Babama sorarsanız alacağınız yanıt belliydi: "Düşmana kaptırılmaması gereken bereketli bir sudur Fırat."

AHMET ÜMİT

Sensiz Yaşlanıyorum

Gün geçtikçe artık daha az ihtiyaç duyuyorum o soğuk yatakta tek başıma uyumaya. Geceleri uyumak dışında yapabileceğim bir sürü şey varmış şimdi anlıyorum. Mesela oturup ağlıyorum sonra sıkılıp gülüyorum. Baktım olmuyor film izliyorum. Aşk filmlerinde başrolleri hep sen oynuyorsun, seni izleyip mutlu oluyorum. Günler geçtikçe diğer ihtiyaçlarım çoğalıyor. Eskiden yaptığımız, eskide kalmamasını umduğumuz şeyleri hatırlıyorum. Hüzün oturuyor içime kıpırdayamıyorum...
"O yokken de ben vardım." deyip kendi özüme dönmeye çalışıyorum. Senin bıraktığın keder yakamı bir türlü bırakmıyor. Senin beni böyle düşünüp düşünmediğini düşünüyorum. Sonra kahkahalara boğuluyorum. Yanımdayken de beni düşünmezdin ki...
Boşver deyip her şeyi unutup gitmek ne kadar güzel olurdu.

BAB-I ESRAR

İnsana duyulan aşk ölümlüdür, tıpkı beden gibi. Ölümsüz bir aşk için, ölümsüz bir varlığı sevmek gerekir. Hiçbir zaman senin olamayacak, hiçbir zaman anlayamayacağın, hiçbir zaman terk edemeyeceğin bir varlığı...

AHMET ÜMİT

17 Kasım 2009 Salı

BİR GÜN ANLARSIN

Uykuların kaçar geceleri,
Bir türlü sabah olmayı bilmez,
Dikilir gözlerin tavanda bir noktaya
Deli eden bir uğultudur başlar kulaklarında,
Ne çarşaf halden anlar, ne yastık
Girmez pencerelerden beklediğin aydınlık,
Kapanır yatağına çaresizliğine ağlarsın,
Onun unutamadığın hayali,
Sigaradan derin bir nefes çekmişçesine dolar içine,
Sevmek ne imiş bir gün anlarsın.
Bir gün anlarsın aslında her şeyin boş olduğunu,
Şerefin, faziletin, iyiliğin, güzelliğin.
Gün gelir de, sesini bir kerecik duymak için,
Vurursun başını soğuk, taş duvarlara,
Büyür gitgide incinmişliğin, kırılmışlığın
Duyarsın, ta derinden acısını çaresiz kalmışlığın.
Sevmek ne imiş bir gün anlarsın.
Bir gün anlarsın ne işe yaradığını ellerinin
Niçin yaratıldığını.
Bu iğrenç dünyaya neden geldiğini
Uzun uzun seyredersin de aynalarda güzeliğini
Boşuna geçip, giden yıllarına yanarsın.
Dolar gözlerin, için burkulur
Sevmek ne imiş bir gün anlarsın.
Bir gün anlarsın tadını sevilen dudakların
Sevilen gözlerin erişilmezliğini
O hiç beklenmeyen saat geldi mi
Düşer saçların önüne ama bembeyaz
Uzanır gökyüzüne ellerin
Ama çaresiz ama yorgun ama bitkin
Bir zaman geçmiş günlerin uykusuna dalarsın
Sonra dizilir birbiri ardınca gerçekler acı
Sevmek ne imiş bir gün anlarsın
Bir gün anlarsın hayal kurmayı
Beklemeyi ümit etmeyi
Bir kirli gömlek gibi çıkarıp atasın gelir
Bütün vücudunu saran o korkunç geceyi
Lanet edersin yaşadığına
Maziden ne kalmışsa yırtar atarsın
O zaman bir çiçek büyür kabrimde kendiliğinden
Seni sevdiğimi işte o gün anlarsın.

HER ŞEY SEN DE GİZLİ

Yerin seni çektiği kadar ağırsın
Kanatların çırpındığı kadar hafif..
Kalbinin attığı kadar canlısın
Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç...
Sevdiklerin kadar iyisin
Nefret ettiklerin kadar kötü..
Ne renk olursa olsun kaşın gözün
Karşındakinin gördüğüdür rengin..
Yaşadıklarını kar sayma:
Yaşadığın kadar yakınsın sonuna;
Ne kadar yaşarsan yaşa,
Sevdiğin kadardır ömrün..
Gülebildiğin kadar mutlusun
Üzülme bil ki ağladığın kadar güleceksin
Sakın bitti sanma her şeyi,
Sevdiğin kadar sevileceksin.
Güneşin doğuşundadır doğanın sana verdiği değer
Ve karşındakine değer verdiğin kadar insansın
Bir gün yalan söyleyeceksen eğer
Bırak karşındaki sana güvendiği kadar inansın.
Ay ışığındadır sevgiliye duyulan hasret
Ve sevgiline hasret kaldığın kadar ona yakınsın
Unutma yagmurun yağdığı kadar ıslaksın
Güneşin seni ısıttığı kadar sıcak.
Kendini yalnız hissetiğin kadar yalnızsın
Ve güçlü hissettiğin kadar güçlü.
Kendini güzel hissettiğin kadar güzelsin..
İşte budur hayat!
İşte budur yaşamak bunu hatırladığın kadar yaşarsın
Bunu unuttuğunda aldığın her nefes kadar üşürsün
Ve karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutulursun
Çiçek sulandığı kadar güzeldir
Kuşlar ötebildiği kadar sevimli
Bebek ağladığı kadar bebektir
Ve herşeyi öğrendiğin kadar bilirsin bunu da öğren,
Sevdiğin kadar sevilirsin...

13 Kasım 2009 Cuma

BAŞKA BİRİ OLACAKSIN

Başka biri olacaksın istemesen de
Tenine başka bir ten dokunduğunda
Gövden buluştuğunda başka bir gövdeyle
Başka bir nefesle karıştğında nefesin
Başka biri olacaksın istemesen de
Gece uykunda ya da gün ortasında
İrkileceksin apansız bir duyguyla
Bir uçurum kıyısında sendelemiş gibi
Başka biri olacaksın istemesen de
Bakışlarımın izini taşıyan giysilerin
Tüketecek ömürlerini birer birer
Değişecek yeri bir dolabın, pencerede bir çiçeğin
Başka biri olacaksın istemesen de
Dudaklarında benden sonraki bir çizgi
Tanımadığım bir ton gülüşünde
Ve artık beni unutmaya başlayan gözlerin
Sonra, sonra başka birisin...

22 Ekim 2009 Perşembe

BEN DEĞİLDİM

Bir aksam ustu pencerenden bakıyordun
Ağır ağır, yollara inen karanlığa.
Bana benzeyen biri geçti evinin önünden.
Kalbin başladı hızlı hızlı çarpmaya..
O gecen ben değildim.

Bir gece, yatağında uyuyordun..
Uyanıverdin birden, sessiz dünyaya.
Bir rüyanın parçasıydı gözlerini açan,
Ve karanlıklar içindeydi odan...
Seni gören ben değildim.

Ben çok uzaktaydım o zaman,
Gözlerin kavuştu ağlamaya, sebepsiz ağlamaya.
Artık beni düşünmeye başladığından
Bıraktın kendini aşk içinde yasamaya..
Bunu bilen ben değildim.

Bir kitap okuyordun dalgın..
İçinde insanlar seviyor, ya da ölüyorlardı.
Genç bir adamı öldürdüler romanda.
Korktun, bütün yininle ağlamaya başladın..
O ölen ben değildim.

ÖZDEMİR ASAF

13 Ekim 2009 Salı

HER İNSAN ÖLDÜRÜR SEVDİĞİNİ

Her insan öldürür gene de sevdiğini
Bu böyle bilinsin herkes tarafından,
Kiminin ters bakışından gelir ölüm,
Kiminin iltifatından,
Korkağın öpücüğünden,
Cesurun kılıcından!

Kimisi aşkını gençlikte öldürür,
Yaşını başını almışken kimi;
Biri Şehvet'in elleriyle boğazlar,
Birinin altındır elleri,
Yumuşak kalpli bıçak kullanır
Çünkü ceset soğur hemen.

Kimi pek az sever, kimi derinden,
Biri müşteridir, diğeri satıcı;
Kimi vardır, gözyaşlarıyla bitirir işi,
Kiminden ne bir ah, ne bir figan:
Çünkü her insan öldürür sevdiğini,
Gene de ölmez insan.

OSCAR WILDEOYSA

8 Ekim 2009 Perşembe

SENSİZ

Sensiz de denizi seyredebiliyorum.
Hem dalgaların dili seninkinden açık.
Ne kadar hatırlatsan kendini boş.
Sensiz de seni sevebiliyorum.

Hep boş konuşurduk hatırlar mısın, bula bula,
Karşılaştığımız zamanlarda.
Sen, sevgiden şımaran çocuk,
Ben şaşıran budala.

ÖZDEMİR ASAF

6 Ekim 2009 Salı

KEŞKE 17

On yedi yaşındayken her şey daha güzeldi... Sen, senden sorulmazken, çocuklukla olgunluk arasında gidip gelirken, yasakları çinemenin vermiş olduğu hazzı duyarken, en küçük şeylerden bile mutlu olurken, arkadaşlığı doruklarında yaşarken, dış dünyayı yavaş yavaş keşfetmeye başlarken, ayaklarının üstünde durman gerektiğini yeni öğrenirken, ilk gönül ilişkilerinin o saflığını tadarken, özendiğin şeyleri yeni yeni yapmaya başlarken, hayatın tokatını daha yememişken, ailenden para alırken, okul ödevlerinden başka sorumluluğun yokken, dişiliğini/erkekliğini yeni hissederken, yeri geldiğinde "küçüğüm daha", yeri geldiğinde "artık büyüdüm" diyebiliyorken hayat ne eğlenceliydi.
En güzel yaşımın kıymetini bilemedim. Şimdi anlıyorum ki en güzel yaş, on yedi yaşıymış. Değerini kaybedince anladım ama artık onu sevdiğime göre bana geri döner mi?

18 Eylül 2009 Cuma

HASSAS RUHLAR TERAZİSİ

Ben kendimi bulmaktan çok, bulduğum kendimden kurtulmak için dökülmüştüm yollara. Anlamsızca yürümek istiyordum. Asıl istediğim anlamsızlıktı. Yürümekte ona yardım eder diye yaptım bacak ve kol hareketlerini. Oysa biliyordum ki nereye gitsem lanet başımı da taşımak zorundaydım omuzlarımda.


CEM MUMCU

HASSAS RUHLAR TERAZİSİ

Bir kez daha kuru bir kuyudan su içmeye kalktım. Kurulu bir kader saati gibi yaşam ikide bir başa dönüp aynı şeyleri tekrarlıyor. Oysa kader sandığın düpedüz kendi yazdığın bir öykü ve sen kahramanı olduğun bu öyküyü farklı renklerde kalemlerle yeniden, yeniden yazıyorsun. Yeniden kelimesinin "yeni" diyen kısmı sahte, den den kısmı gerçek. oyuna gelme!


CEM MUMCU

SAHİCİ AŞKLAR KÜLLİYATI

İkimiz de gitmek istemiyorduk. İkimiz de diğerinin gitmeyi isteyeceği anın korkusunu iliklerimizde hissediyoruz. Hiç gitmek istemezken, ya o isterse diye, "belki ben de isterim bir gün gitmeyi" diye yalanlar söylüyoruz birbirimize. dudaklarımız ve gözlerimiz yaklaştığında yalanlarımızın yaşayamayacağını bildiğimizden, kaçırıyoruz gözlerimizi ve dudaklarımızı birbirimizden. Aşk ne yazık ki kaybedeceği bir şeyi olmaktır.


CEM MUMCU

SAHİCİ AŞKLAR KÜLLİYAT

Çocuklar niye hain olur? Belki de büyüyünce sadece hainliğimizi saklamayı öğreniyoruz içimizin kirli tavan arasına. Aslında yetişkinler dünyasında da birlik olduğundan, kimsenin yargılamayacağı düşüncesi çocukluğa hakim olduğunda, hainliğe geçiliveriliyor hiç duraksamadan. Ya da hainliğimizi daha gizli, daha derinden, daha ustalıklı bir halde yapıyoruz.


CEM MUMCU

MUALLAKTA, ARAFTA VE DÜŞLERDE

Kuyusundan yabancılık çeken adam gözlerini boşluğa dikti. Daha doğrusu teyelledi. Sonra sökerim belki diye öyle yaptı. Umudunu yitirmemişti ya da yitirmişse de bulmayı istiyordu. Yolda rastladığı köpek ona heykel gibi baktı. İçine içine baktı açıttı...Bakışları olta gibi takıldığı içindeki yabancılığa ve hafifçe kanatarak çıkardı dışarıya. Kan köpeğin kanıydı, ama bedenine çarpan spor arabanın kırmızısına hiç benzemiyordu. Bu kırmızı onun kırmızısıydı.


CEM MUMCU

MUALLAKTA, ARAFTA VE DÜŞLERDE

Son ihanetini kendi bedenine yapan bir adamın etrafında yanan mumların hareketini izliyorum. Sağa, sola, yukarıya, aşağıya önceden kestirilmeyen hareketler, ışıklar... Birbirinden bağımsız ruhların öncesiz ve sonrasız kımıltıları... Hangisi ve ne zaman ve neden ve neresinden eriyecek, kopacak, düşecek, sönecek? Kaç mum sonuna kadar yanacak? Sonuna kadar? Neye ve kime göre son? Hepsi kendi sonuna kadar yanmayacak mı?


CEM MUMCU

GİT-GEL

Biri gitti, geldi biri. Birine ben git dedim, diğerine diyemeden o kendi gitti. Hiç ne istediğimi anlayamamıştı. Hoşuma gitti ben demeden gidişi, arkasına dönüp "elveda" deyişi.
Gel demek istedim onca olaydan sonra. Ben demeden anlayamadı, dedim kavrayamadı. Ben gittim, kapıyı çalmadan girdim. Buyur etti nezaketen, kötü anılar uçtu gitti, bir yel esti geçti.


Zaman akıp geçiyor, iyilikler unutulup gidiyor.
Tüm umutlarım mum oldu eriyor, yaş kemale erdi eriyor.
Yaz gelip geçiyor, içimdeki güz baki kalıyor.
Giden geri gelmiyor, gelsin isteyen söyleyemiyor


Giden oydu gelen ben oldum, isteyen oydu ısrar eden ben oldum.

HAYIR'CILAR KAZANIR

Yine sor aynı soruyu. Bu kez farklı bir cevap vereceğim. Şaşırmayacaksın yanıtıma, seni mutlu edeceğim. Senin istediğini kendim istermişçesine benimseyeceğim. Tüm hayır’larımı yutacağım soğuk suyumla. Unutacağım geçmişi. Geride tek seçenek kalınca daha az üzülürüm ne de olsa. "Başka seçeneğim yoktu." derim bana bakıp, halime acıyanlara. "Kader neyse onu yaşadım, kaderimi ben yazmadım."

Artık bana soru sormamaya başlarsın, bilirsin ki cevapları sen de saklı. Her soruna cevap tek sorunum olursun. Günler geçer sıkılırsın tek kişilik ilişkinden. Sana hayır diyenler cazip gelmeye başlar. Tıpkı kendi kılıfına beni uydurmadan önce benim geldiğim gibi. Sen de insanoğlusun, nankörsün.

Benim enkazımı bulan olur. Belki sesimi duyan da çıkar. Ama bu sefer benim kılıfım hazır. "Beni benden alacaksan gelme!" derim. "Kendimi yeni buldum, onu ziyan etme!"

17 Eylül 2009 Perşembe

ÜÇÜNCÜ SAYFA GÜZELİ

Son kez o gün sesimi birilerinin duymasını istemiştim, hem de istememiştim. Bir daha kimseyle konuşmak istemedim. Yokluğum yarlığımız için gerekliydi. İçime doğru çıkan çığlık sesim vardı, kimse duymadı, çığlığım içime gizlenmişti. O sesin rengi kırmızıydı ve içime akardı.


CEM MUMCU

ÜÇÜNCÜ SAYFA GÜZELİ

Sefil bir çığlıkla ne yapılabilir ki? Ben niye yazdıklarımı aynaya tutup tersinden kendi içime bakıyorum ki? Kime sorduysam seni yok, beni yok, onu yok dedi. Ama varlık kırmızı bir ilaç gibi boğazımdan aşağı düşerken, boynuma sarılı ilmik onun aşağı düşmesini engelleyen boyunsuz bir mezar taşı gibi. Niye diye sorduğum her şeyin cevabı varsa eğer niye sorayım ki, cevapsızlığın içinden geçen yolun keyfine eremeyeceksem?


CEM MUMCU

BAB-I ESRAR

Onun toprağı yumuşak yerden alınmıştı, suyu göllerin en tatlısından, soluğu rüzgarın en uysalından; onda umut vardı, kuşku yoktu, onda hoşgörü vardı, öfke yoktu, onda sevgi vardı, düşmanlık yoktu. Her sözü şiirdi, her adımı güzellik, her dokunuşu keramet.

Benim toprağım kıraç yerden alınmıştır, her bitki büyümez üzerimde, suyum eskimiş şarap gibi tatsızdır, soluğum yalçın kayaları parçalayan rüzgarlar gibi delidir. Umuttan çok kuşku vardır yüreğimde, hoşgörüden çok öfke vardır, nedensiz düşmanlık gütmesem de, olur olmaz şeye sevgi beslemem ben. Haktan yanayımdır ve de hakikatten. Bu yüzden sevginin hak edenin hakkı olduğuna inanırım. Hak etmeyene sunulmayacak kadar değerlidir sevgi.


AHMET ÜMİT

HASAS RUHLAR TERAZİSİ

Bensizliğin hesabı seni bensiz bırakıyor. Oysa ben hep sensizim. Sensizlikten başka hiçbir şey beni sana kavuşturamazdı çünkü. Şimdi gerçekten yoksun sen sonra var olmayı seçerken nasıl burda, yanımda olursun ki? Sen benim olmadığım bir zamandasın. Gel zaman git zamandasın.


CEM MUMCU

HASAS RUHLAR TERAZİSİ

Akşam gelecek, istemesen de gelecek. Ağlayacaksan karardığına günün, hiç bekleme şimdi ağla. belki gözyaşlarının ışıltısı birazcık aydınlatır geceyi. ama durduramayacaksın güneşin batışını.


CEM MUMCU

16 Eylül 2009 Çarşamba

BİR SES VARDIR ÇÖZER HER ŞEYİ, YASAKTIR DUYAMAZSIN

Karanlıktan bir el uzanır sana
Görürsün, uzanırsın kurtarsın seni diye
Asla ulaşamazsın...
Kaybolduğunu hissedersin derin kör bir kuyuda
Sessizlik çığlıklını hapseder
Artık duyulan tek ses, sessizliktir!
Ne bir umut vardır hayata bağlayacak
Ne de bir ışık kalbindeki karanlığı aydınlatacak
Güneş hiç doğmayacak, tek bir şey olacak yakıp kavuran;
Aşk ateşi...
Belki hiç yağmur yağmayacak onsuzluğu yaşadığım diyarlara
Gözlerini açacaksın göremeyeceksin hiçbir şey,
Karanlıktan başka
Üşüten, ürküten, üzen bir soğukluk olacak etrafta
Bir rüzgar esecek,
Nefreti hissedeceksin o an
Zaten kaybolan umudun
Artık asla sahip olamayacağın şey olduğunu anlayacaksın
Bir taş bağlanmış ayaklarına, adı aşk
Kocaman bir okyanusun ortasındasın hayat denilen
Yüzmeye çalışacaksın ama kara yokmuş anlayacaksın!
Sonra teslim olup kaderine batacaksın, denizin derinliklerine
Bazen düşüneceksin suçum neydi diye
Aslında olmayacak suçun vazgeçmemekten başka
Son bir nefes alıp tekrar deneyeceksin hayata tutunmayı
Vazgeçemeyeceksin ama kaybedeceksin
Anlayacaksın ki mühürlenmiş kalbinin kapıları,
Anahtar yalnız onda...
Bekleyeceksin, ‘belki bir gün’ deyip umutsuzca
Ama bileceksin ki gelmeyecek o ‘bir gün’ asla
Bir daha açılmamak üzere kapanmış kapılar
Bileceksin ki; direniş boşuna
Nafile gözyaşları akıp gidecek
Fark eden olmayacak...
Gülmeyi bile unutacaksın bir süre sonra
Artık senin için tek bir şey olacak
Tek bir çare, tek bir seçenek, tek bir son...

11 Eylül 2009 Cuma

NEDİR

Tek amaçla yaşamak mı
Güzelliği taşlamak mı
Bitirmek mi başlamak mı
Cevap verin yalan nedir?
Ellerin mi gözlerin mi
Geçmişteki sözlerin mi
Duyguların, özlerin mi
Bir kez düşün solan nedir?
Kötülük mü, iyilik mi
Usluluk mu, delilik mi
Yarım kalmış kişilik mi
Cevaplayın insan nedir?
Pırıl pırıl aydınlık mı
Zifir gibi karanlık mı
Ezginlik mi, saygınlık mı
Kafalarda yatan nedir?
Özgürlüğe doğru taş mı
Ezilmiş yerdeki baş mı
Kendi kendine savaş mı
Şu kapkara kalkan nedir?
Kasıp kavuran yeller mi
Hasret anlatan teller mi
Doğru söyleyen diller mi
Allah için susan nedir?
Sevilmek yada sevmek mi
Hem ağlamak, hem gülmek mi
Tutkulardan ölmek mi
Bir söyleyin yaşam nedir?
İnsan doğar, büyür, ölür
Doğru bakan doğru görür
Kişi tek bir yolda yürür
Doğruluktan şaşan nedir?
Tanrım sen aklımı koru
Her cevaba birçok soru
Bir bilinmez sana doğru
Dolu dizgin koşan nedir?

ZEKİ GÜRCAN

5 Eylül 2009 Cumartesi

REENKARNASYON

Gelen gitti kaldım yine ben. Ben de gidince arkamda ne kalacak? İnsanoğlu hayatını arkasında bir şey bırakmak için mi yaşamalı yoksa arkasında bir şey bıraktığı için mi yaşamalı? Hangisinin doğru olduğu tartışılır ama denemeden bilemeyiz. Ya diğeri doğruysa? Neden ikinci bir şans yok bir daha yapmak için her şeyi? Bu kadar büyükse yaradan herkese yaptıklarını, yapamadıklarını değiştirmek için bir şans daha veremez mi? Değiştirdiğimiz küçücük birşeyin bütün hayatımıza mal olucağını bilmez mi?

Hayatını kendi istediği gibi yaşayan biri var mı? Varsa eğer ne istediğini merak ediyorum. Ama bir yandan da tahmin ediyorum ki istemeyi ikinci plana atan, hayat akarken onun önüne düşen şeyleri sanki o getirmiş ve hepsiyle gurur duyarmış gibi havası olan insanlardandır.
 Geriye baktığımda hiçbir şeyi değiştirmem klişesi bana da uyar aslında. Değiştirmek zaman alır, yırtar atar baştan yazarım.

GERÇEK NE?

Bu son darbeden sonra içimdeki kan kokusunu iyice hissetmeye başladım. Yoksa bugün ölüm yıldönümüm olarak mı kutlanılacak gelecek sene şu sıralar? Bu partiye ev sahipliğini benim en çok sevdiklerim mi yapacak? Benden bahsedip arkamdan gülecekler mi?
Gün geçtikçe üşüyorum, kan kaybım artıyor gün geçtikçe. Beni parça pinçik edenler iç kanamamın farkında bile değiller. Bilseler bunu yaparlar mıydı?


Herkes kendinin katili. Bilmeden yapılmış seçimler, bilerek yapılan hatalar, hak etmeyene verilen sevgi, esirgenen şefkat... Hayır bu intihar olamaz, bilinçaltımıza yerleştirilmiş şeytani duygular var. Kendi hayatımızı mahvetmemiz için başkalarına ihtiyacımız yok. "Dünyamı kararttın" diyebilmek için hayatımıza birilerini sokuyoruz. Hep suçu başkalarına atmak ya da onların da hayatının kötü olduğunu görmek için arkadaşlık kuruyoruz. Kimsenin yardımı olmadan kendi mezarımızı kazıyoruz düşüncelerimizle. Belki de bu kan kokusu kendi içimizi parçaladığımız içindir, kim bilir?


Kimin damarlarında akan kanı daha fazlaysa o daha fazla acı çeker. Çünkü yaşayacağı daha uzun saatler vardır. Ama kimin kanı kurumuş ve hayatta yapacağı bir şey kalmamışsa, başkalarına sarar. İşte onlar acı verenlerdir.

1 Eylül 2009 Salı

BOŞ MU?

Yanımdaki sandalye baktı ve sordu "Boş mu?"


İçimden hep aynı cevabı veririm. "Tabii ki de değil seni gerizekalı pislik. Neden boş olsun ha? Ben orda yalnız bir insana mı benziyorum? Yok, öyleyse acilen bir göz doktoruna gitmelisin ahmak herif. Sadece birazdan gelecek olan bin beşyüz kişiye daha sandalye aramaya giden bir arkadaşımı bekliyorum!"


Titrek ama yine de aldırmaz bir ses tonuyla sadece "boş" diyebildim.


"Buyurun alın" da diyebilirdim ama demedim.

YARIN NE GİYSEM?

İnsanlar doğduklarını (doğumu) çok kolay benimsiyorlar. Hâlbuki doğum gibi normal olan ölüm, (namı diğer başka bir hayata doğum) nedendir garipsenir. Doğumu tatmış olan insanoğlunun ölümü yadırgaması doğasında vardır. Fakat onunda bu kadar büyütülmesi bence doğal değildir. Acaba doğmadan önce doğum korkusu yaşanıyor mu? Hatırlamıyorum...


İnsanlar her zaman yarını yaşayacaklarını düşünürler. Yarın hakkında planlar yaparlar "kötü düşünme, kötülüğü üstüne çekme." Prensibiyle bir asır yaşayabilirler sanırlar. Ama öyle değil tabii ki. Çünkü ölüm hayatını güzel yaşadıysan kötü bir şey değil.


Plansız yaşanabilinir mi? Yarın ne giyeceğini bugünden düşünmeyen insan yarını görebilir mi? Ya da yarın çıplak mı kalır? Bilinmez ama anı yaşamaya bakmalı yarını düşünerek bugünleri kaçırmamalıyız.

BOŞ KAĞIT

Yazıyorum. Boş kâğıtları düşüncelerimle doldurup, düşüncelerimi boşaltıyorum. Bana göre dolu başkalarına göre boş, ne fark eder. Herkes düşünmeden konuşur, konuştuklarını yazar. Bense sustuklarımı düşünerek yazıyorum. Boğazıma bir düğüm oturuyor, yutuyorum. Herkes gibi değilim işte, yine yazıyorum... Harf harf çoğalıyor yalnızlığım, satır satır büyüyor sensiz çığlığım. Keşke sabrımda tükenmese kalemim gibi. Ama beni tüketiyor her elime alışım kalemimi. Çünkü biliyorum yine birikti sustuklarım. Kelimeler deliyor yüreğimi. Bundandır hece hece bitişim ve konuşmayı isteyişim. Keşke sizler gibi düşünmeden konuşsaydım. Konuştuklarım havada asılı kalsaydı kâğıtlar yerine. Keşke "keşke"lerim olmasaydı.

28 Ağustos 2009 Cuma

AŞİKÂR SIR

Sessizliğin sesini son ses açıp yatağına doğru ilerledi. O günün boş yoğunluğundan çok yorulmuştu. Sevmeye yıllar yıllı önce karar verdiği yalnızlığıyla yalnızdı. Sıkılmaktan sıkılır hale gelmişken kapı çaldı. Kapı zilini duymayalı baya olmuştu. Yıllardır kapısı sadece yanlışlıkla çalındığı için önce pek aldırmadı. Ama kapıdaki ısrarla tekrar çalınca sadık dostu yatağından kalkıp kapıya doğru yöneldi. Kapı kilitli değildi. Kim o demeden açtı. Kaybedeceği hiçbir şey yoktu kaybettiği yıllarının yanında. Kapı kolunu indirirken sanki onu hissedip heyecanlandı. Karşısında duran adamı sanki dün ayrılmış gibi hemen tanıdı. Tanıştığı sayılı kişiler arasında unutmak isteyip de unutamadığıydı. Yine de saf gururuna yenilip, "Kimi aramıştınız?" diye sordu. Adam onun neler hissettiğini hiçbir zaman anlayamadığı gibi şimdi de onu tanımadığını sandı. Oysaki o, onu bulabilmek için neler yapmış, cesaretini nasıl toplamıştı. Birden "Sanırım yanlış çaldım." dedi. Ev sahibi gözleriyle "dur!" diye çığlık atsa da geri adım atmamak için kapıyı kapattı. Ama içinden geçen bu değildi tabii. Kapının iki yanında ikisi de öylece kala kalmıştı. Hiçbir zaman anlaşamamış bu çift yıllardır birbirlerine olan aşklarını kalplerinden dillerine getirememişlerdi. Kırk iki yıl sonra tekrar görüşüp içlerinde tuttukları aşikâre sırlarını paylaşmamak yaşlı kadını üzmüştü. Dakikalar sonra yatağına değil de mutfağa doğru ilerleyip tıklım tıklım yalnızlığına son verdi. Yıllar önce kendine verdiği sözü tutmuş olduğundan ötürü mutluydu çünkü artık yoktu.

ÇÜRÜK DİŞ

Her zaman ki gibi ilk görüşte aşktı yaşadığım. Hızlı başlayan, çürük dişin ağrısını yaşatan ve unutulmayan. Önceleri çürüyen dişlerim süt dişlerim olduğundan, acıları yenileri çıkınca geçti. Çivi çiviyi söker diye geçti aşk yaşantım. Ama bu on sekiz yaşıma denk gelince çürük dişim temizlenip dolgu olsa bile kanal tedavisine ihtiyaç duydu. Arkadaşlarımın desteği yeterli değildi unutabilmem için. Ara sıra dolgumun düşüp dişimle tekrar barıştığımda olurdu. Dolgular manasız gururlarımızdır ya. Aslında sağlam olmayan bir şeyi sağlammış gibi göstermek, örtbas etmek. Dolgularım dişimin üzerini kaplayıp çürükle dişimin aşkına engel olurlar. Bunda dişçimin yani annemin de büyük payı var. Ama en büyük hatam dişçiye gitmem. Bundan sonra ne dişçiye giderim ne de dişimi çürütürüm. Sanırım artık ben, fırçam ve macunum yalnızız.

O

Başım ağrımaya başladığında aklıma gelen ilk şey ilaçlarım olmuştu. Çantamı açıp telaşla karıştırmaya koyuldum. Ne zaman arasam bulamazdım ve yine öyle oldu. İlaçlarım, benim kötülüğümü isterlermişçesine saklanırlardı ve belki sinsice gülerlerdi. Hâlbuki çantamı ne zaman alsam ilk onları görür ve rahatlardım. Bu kötü günümde anlıyorum ki ilaçların iyi gün dostlarımmış. Ama hala başım giderek artan bir şiddetle ağrıyor. Derin derin nefes aldım, kendimi başka bir yerdeymiş ve mutluymuş gibi hayalettim. İster istemez aklıma gelen ilk yer onun yanı oldu. Onunla geçirdiğimiz güzel yıllardan bir demet sundum gözümün önüne. Mutluluktan iki bin bilmem kaç yılında mezun olmuştum. Onunla geçen yıllar neden bu kadar kısaydı? Şimdiki gibi her gün acı vermiyordu. Onu düşünürken ki mutluluğum onun yanındayken ki mutluluğumun yüzde kaçı? Onun yüzünü bile hatırlama çabam baş ağrımı unutmama neden oldu. Onun yanındayken kendimi unutmamın nedenini şimdi anlıyorum.


Belki ilaçlarıma haksızlık ediyorum. Onlar benim sadece iyiliğimi istiyorlarmış. Bencillik yapmayıp onlara ihtiyacım olmadığını biliyorlarmış. Bana tek gereken yine "o".

İKİDEN BİR OLMAK

Şişşt dedi biri ve gayriihtiyari baktım. Bir siluet gördüm karanlık gecede. Korkup önüme döndüm. Korkumun nedeni biriyle konuşma ihtiyacımdı. Tek gecede her şeyimi anlatabilirdim çünkü. Yanıma koşarak geldi. Öylesine konuştuk. Sessizliğimizle bile anlaşabileceğimizi birbirimize göstermemek için. Soruya soruyla cevap veriyorduk. Cevap almak değil, soru sorabilmekti amaç. Aynı yerde bir sürü değişik konu konuşuldu, konuşulanların hiç biri aynı yerde değildi.
 Gece herkese bu kadar cömert mi bilinmez ama istenmeyecek kadar güzeldi. Uykusuzluğumu hatırladım yanında. Güvenin verdiği sıcaklıkla uyumuşum geniş omzunda. Gün ağarmış, nankör gece dışında her şey aynı. Güneşin getirdiği utançla baktım yüzüne. İkiden bir olmuştuk. Hiç ayrılmak istemezcesine tuttum soğuk elini. Yürürken uzun yolda birden iki tekil şahıs olabileceğimizi hiç düşünmemiştim. Yıllar sonra şimdi anlıyorum yanıldığımı. Ben koca bir cümlenin tek ögesiyim.

HATALI DUBLAJ

Farklı bedenlerle, farklı renklerde aşk...
İnsanlar çıplak kalmamak için sığınıyor kalıplara. Benliklerinden vazgeçme pahasına yalnızlıktan kaçıyorlar. Sahte gülüşler, sahte öpüşler... Bir çırpınış gibi yalnızlığın son nefesinde.


Güzel sözler fısıldanıyor dudaklar kıpırdamadan, kalpler çarpmadan. Maskeler yüzlerde, değişmez replik: "Seni seviyorum." Aynı sahneyi birçok kez başka kişilerle çekiyoruz. Roller hep aşk üzerine. Bazen kendimizin dublörü oluyoruz, bazen ölüyoruz.


Birilerine yaklaştıkça kendimizden uzaklaşıyoruz. Gelgitler yaşıyoruz, yüzümüzde anlamsız bir ifadeyle.


Hayatın nakaratı: Aşk,
İlişkilerin nakaratı: Ayrılık.

FAİL-İ MEÇHUL İNTİHAR

İçimdeki senle evliyim. Senin senden bile haberin yok ne yazık ki. Aslında hiç yokken, hep var olmak nasıl bir duygu en iyi sen bilmeliydin. Ama bunu da tıpkı değerimi bilemediğin gibi bilemedin.


Bir sonraki sensiz dakikayı yaşama korkumla geçiyor zaman. Yaşam korkusu güdüyorum, sensiz yaşam. Sensiz yaşamak nasıl bir şeydi unuttum.


Kendine devdin, içime devrildin. İçimi beğendin mi, yoksa ben mi çıkarmak istemedim bilinmez. Her şeyimi görüyor olabilirsin diye hep düzgünüm. Bana göre düz, içimdeki sana göre düz.


Kimsenin geçmediği durağımdayım yine, transit geçenler haricinde. Gene akşam oldu diye eve gideceğim. Sigara dumanı gibi çekeceğim yalnız düşüncelerimi içime, uzun yolda. Yalnızlık koyacağım bardağıma, buzla paylaşmadan sek içeceğim.


Kendimle kavgamdan sıkılıp belki televizyonu açarım. Ama sen "dur!" de buna. Kesin seni dinler, küserim yalnızlığıma. Yalnızlığımda da sen varsın ya aslında. Ben seninle de yalnızım. Sen bensin, ben içimdeki sen. Yokluğun beni terk ederse bu intihar olur.

27 Ağustos 2009 Perşembe

SEVİMLİ TEHLİKE

Bazen ne hissettiklerini anlayabildiğimi düşünürüm. "denizanası" olur ruh halim kimi zaman. Onları anlayabiliyorum ama anlayamayanlara nasıl anlatacağımı bilmiyorum. İngilizceyi anlayıp konuşamamak gibi bir şey bu. Sanki boşluktasın ve şoktan ıslaksın, hâlbuki sıcacıksın. Eziksin ama zarar verebilirsin. Zekisin ama bir şeyi tek yapamazsın. İngilizce cümle kurup yazmak konuşmaktan daha kolaydır. Denizanalarını anlamak, cümle kurup yazmak daha sonra yazdığını okurken bile heyecanlanmaya benzer. Çünkü onu ilk defa görüyor gibi olursun, her defasında bir ilk. Çok hızlı gittiğini sanırsın ama aynı yerdedir. "uzakta onlar buraya gelemez." dersin. Bir bakarsın ki bacaklarına değiyorlar. Aptal görünürler ama saçma bir zekâları vardır. Hepsi aynı gibidir, incelediğinde farklarını anlarsın. Seni mahvedebilir ama %99u sudur ve güneşte erir. Sana gelgitler yaşatır gelgitleriyle. O, gelgitleriyle yaşar senin gelgitlerin sana zarar verse de.


Gözlemi görmek lazım illa her şeyi? İçgüdü daha önemli değil mi? Denizanaları insanları görmez, duymaz ama hissederler. Eğer sizde onları hissederseniz iyi anlaşırsınız. Yok, korkar ya da tiksinirseniz denizden çıktıktan sonra baya bir kaşınırsınız. Yunanların "kızınca sokan" diye adlandırdıkları denizanaları sadece denizde yaşamaz. Herkesin içinde bir denizanası vardır kimimiz bilmese de...